Azimet Avcu, Zafer Yalçınpınar | Bir Ölüm Kalım Meselesi Olarak Dipsiz Göl // M.Ş.Ş | Poetik, Nevrotik // Neeli Cherkovski | Hapis Şiiri // Bengt O Björklund | Rüzgâr // Ali Yiğit Kahya | Sanki // Turgay Yıldırım | Sessizlik // Toprak Şems Tezcan | Dipsiz Dünya // János Pilinszky | Bağır // Müge Koçak | Sütçü İmam – Başkaldırı(sız) // Eşref Ozan Baygın | Ölmeden Ölümsüz Olamazdık // Sully Prudhomme | Asma İskele // Ömer Yıldız | Açtık Parantez Kapadık Çok // Afrâ Kutluğ | Sû Kayıtları – I // Gizem Aktan | Antimatrix // Hüseyin Avni Dede | Düşünen Şiirler // Kuzey Topuz | Sessiz Alfabe // Melisa Parlak | Aramızdaki Çatlaklar János Pilinszky | Ted Hughes’a Saygıyla// Aldous Huxley | Koruluktaki Maden // Tupac Shakur | Betondan Büyüyen Gül // Ahmet Ali Uzun | Ben Şeytan // Batuhan Çağlayan | “Sonsuzluğa Kiracı” Kitabı Üzerine // Mojtaba Nahani | İlk // Müge Kartal | Günün Birinde Kalbini Çiçeğe Basan Yerliler // Mahmut Aksoy | Atlarımız Sürülenlerdendiler Sürdük Gitmediler // Furkan Çirkin | Bir Çikolatanın Güneş Altında Erimesi > Bizim Yerimize Yürüyen Merdivenler // Charles Baudelaire | Söyleşi // Erdoğan Alkan | Oyun // Oğuz Ziya Anıl | Orman // Arthur Rimbaud | Garipler // Lord Byron | Gözyaşını Gördüm // Tozan Alkan | Hisar // Samet Özkan | Bornova-Beyoğlu Dolmuşu // Elif Burcu Özkan | Yol Buraya Kadar // Eyüpcan Yenilmez | SVB // Miguel Hernández | Ağıt // Betül Yılmaz | İkircikli Çekirdek // Gary Snyder | Yaşlı Kemikler // Hakan Kaya | Buradan Uzağa // Richard SIKEN | ŞEHRAZAD // Alperen Kalıp | Sinek // Otomo no Tabito | Saké’ye Övgü // Tahsin Aladağ | Toprağın El Verdiği // Ahmet Ali Uzun | Atom Bombası ve Milyonlarda Karınca Sonrası: Them! (1954) // İlker Sedat Dikeç | Sen ve Ben Tam Sayıları, Verilen Bir Pozitif Aşk Sayısına Bölündüğünde Aynı Kalanı Veriyorsa ”Sen Tam Sayısı, Ben Tam Sayısına, Aşk Modülüne Göre Denktir! (Sen Sayısının Aşk Sayısına Bölümünden Kalanın Ben Olduğuyla İlgili Şiirdir) // Nedim Gökhan Aydın | Şöyle Bir Fikrim Var; “Hisli Gökyüzü Yollarında Sabah” // Cengiz Yılmaz | Muhayyel // Gültekin Emre | küçük İskender’den Kalanlar: “Masım” // Onur Sakarya | 30’uncu Sanat Yılım // Gonca Royem Gündoğan | Hatıralar // Selen Şimşek | İki Dakika // Halit Asım | Gecelerin Gelmiyen Baharı // Onur Temel | Meskalinli Toprak // Uğur Yanıkel | Tanya Çıkışı // Işıl Nur Güraslan | Okula Gidiyorum // Shiraz Dilara | Gelir Gider Duygu // Can Taşan | Spotify, Video Yıldızını Öldürdü // Zehra Çise | Ait Olamayan Yapboz Parçası // Selma Cengiz | Düalitede Kalalı Oluyor 25-29 Yıl // Serdar Aydın | Uzak Bir Diyarken Hint // Charles Burns‘ın “Last Look” Grafik Romanı | Zihinsel Labirentlerin Derinlikleri // L. Y. | Şiir // William Douglas O’Connor | Hayalet // Fanzin | Akasya // Azıcık Bir Seçki | Amerikan Jisei’leri // sabahattin umutlu | inuit ile yupik // Serhat Fırat Çakıcı | Comedia Dell’arte Kılavuzu // Band | Change the Password // DeepSeek | Deliliğin Lastik İzleri, Çılgın Sokakların İlahisi & Parçalanmış Cennet Haritası
Çok fazla söylenecek bir şey yok aslında… Her zamanki kötücül düzenek İlhan Berk adına da işliyor: Bir belediye, birkaç mutat zevatı jüri/danışman olarak kiralayıp/gösterip İlhan Berk adına şiir ödülü (para veya itibar) dağıtmış ve ardından da tören/müsamere tertip etmiş falan…
Ödüllendirme sistemine karşı duruşumuz ve haysiyetli mücadelemiz 10 yıllardır sürüyor, bu konuda kafamız hiç karışık değil. Bizim temellendirmelerimizin özünde şu iki söylem bulunuyor: Ödüller insansızdır! Ödüller kötücül besinlerdir!
İşbu kötücül konunun ödüllendirme sistematiğini de kapsayan bir “edebiyat sosyolojisi” meselesi olduğunun anlaşılması için, şu alıntıyı kaç on yıl daha tekrar etmem gerekecek? 2009 yılında şöyle demişim:
“Ödül konusu son derece karışık bir konu… Şimdi, her şeyi bir kenara bırakalım ve meseleye dil açısından bakalım: Bugün, “Ödül” dediğimiz anda imgesel olarak ödülü alan kişiyi ya da eseri değil “ödül sistematiği”nin kendisini ya da ödülün metasını işaret ediyoruz, yüceltiyoruz, ayrıcalıklandırıyoruz. Eskiden böyle değildi. Şimdilerde, rekabet, kazanmak, yarışmak, hırs, farklılık, üstünlük filan gibi şeyler doğrudan aklımıza geliyor. Ödüllendirme denen şey, Yeni Kapitalizm’in yönetim süreçlerinin içerisinde düşünüldüğünde bir “isteklendirme” türüdür ve iktidar heveslileriyle iktidar sahiplerinin buluştuğu bir podyumdur. Ödül, iktidarın, kendi iktidarını kuvvetlendirdiği bir araçtır. Ödüller sahici değildir. “Ödül Sistematiği” denen şeyden podyumu, ışıkları, jüriyi, ödülü takdim edeni, alkış seslerini, o kırıtışları, gazetelerdeki haberleri, duyuruları filan kaldırın, geriye ne kalır? Şiltler, plaketler filan kalır. Zaten, bu şiltler, plaketler filan birer “simge” değil midir? İmgelemi kuvvetli bir şair için “ödül” denen şeyin karşılığı böylesi bir “sıradan simge” olamaz. Çünkü ödül sistematiğinin demin saydığım bileşenlerinin hiçbiri de imgelemin özgürleşmesiyle bağlantılı değildir. Şairin ödülü sıkı şiir yazmak, yazabilmektir. Şairin ödülü; tüm baskılara rağmen özgür bakışını, imgeselliğinin biricikliğini kaybetmemektir. Derdi şudur şairin; töze nüfuz edebilmek, tözü imlemek… Şair, şiirinin sıkılığını, dizelerinin gücünü yarışmalarla, ödüllerle filan teyit ettiremez. Bakın, bugünün edebiyat ortalığını birazcık araştırdığınızda “ödülsüz” bir şair bulmakta zorlanırsınız. Herkesin bir yığın ödülü var yahu… Nerede kaldı bu adamların ayrıcalığı filan? Ama benim dediğim anlamda, yani imgelemin özgürleşmesi ve töze nüfuz edebilmek yönünde ödüllendirilmiş şair sayısı bir elimin parmaklarının sayısını geçmez. Bu nedenle “Ödüller insansızdır” diyorum.
Akademik bir alıntı da yerinde olacak:
“(…) Sanat koruyuculuğu, yazarın bir kişi veya kurum tarafından bakılıp korunmasıdır; ama yazardan karşılığında kültürel bir ihtiyacın tatmini beklenir. Müşteri ile patron arasındaki münasebetler ortaçağda sadakat yemini etmiş insanla efendisi arasındaki münasebetlere pek yabancı değildir. Sanat koruyuculuğu feodal teşkilâtlanma gibi, bağımsız hücreler üstüne kurulmuş bir yapıdır. (…) İmparatorluğun zengin Romalısının familia’sı sanat koruyuculuğunun belirmesine en elverişli yapıdaydı. Zaten sanat koruyuculuğu (mécénat), ismini Augustus’un dostu ve Horatius’un koruyucusu Maecenas’ınkinden almıştır. Fakat sanat koruyuculuğu özellikle prenslerin, kralların veya papaların saraylarında gelişmiştir. (…) Devlet koruyuculuğu, çağlar boyunca az çok muntazam ödenek ihsanları veya İngiltere’de “poet laureate”, Fransa’da “Kralın vakanüvisi” benzeri resmî görevler vererek uygulanmıştır. (…) Bu anlamda koruyuculuk yanında, bir de edebiyat pazarına etki yaparak, yazara başka türlü ümit edemeyeceği gelirler sağlayan dolaylı koruyuculukların varlığına işaret edilebilir. Bir hükümet bu şekilde genel kitaplıklar ve propaganda servisleri için, bir eserden büyük miktarda sipariş edebilir. Bununla beraber en fazla kullanılan metot, ismi büyük parası az edebiyat ödülleriyle yazara fazla satış yaptırıp gelirini arttırmaktır. (…) Mısırlı yazar Taha Hussein meseleye gerçek iktisadî anlamını vermiştir: “Burada namuslu olmayan bir pazarlık vardır: Yazar, koruyucunun verdiği altını ve parayı aldıkça harcar; yazar, ona hiçbir şekilde harcanamayacak sanatını veya düşüncesini vermektedir.” (…) (Robert Escarpit, “Edebiyat Sosyolojisi”, Çev: Ali Türkay Yazıcı, Remzi Kitabevi, 1968, ss. 50-53)
Önemli bir tarihsel noktayı ‘sonuç’ olarak işaret etmekte fayda var: 19 Şubat 2016’da Milano’da 84 yaşındayken ölen ünlü yazar Umberto Eco, önümüzdeki -en az- 20 yıl boyunca ne kendi ne eserleri adına ne de düşünceleri üzerine ödüller, konferanslar, buluşmalar ve akademik etkinlikler gibi şeylerin düzenlenmesini istemedi.
Bizimkilerde ise durum on yıllardır aynı… Aynı tas, aynı hamam! Kendileri çalıyor, kendileri oynuyor… Hâkezâ, çalmadan da oynadıkları vardır tabiî!
Bu videonun çekimine hazırlanırken arşivimin dehlizlerinde yeni gezintiler yapmak zorunda kaldığımdan, İlhan Berk’e dair bazı öğeleri tekrardan irdeleme fırsatı buldum. Böylece, İlhan Berk’in söyleşilerinin bütünlendiği kitaplarda yer almayan çeşitli buluntu parçalarının yeni bir efemeratik araştırma alanı oluşturduğunu fark ettim. (Bkz: İlhan Berk’in Çeşitli Söyleşileri Hakkında Açıklama)
İlhan Berk’in ‘dışarda bıraktığı’ söyleşiler, Türk Şiiri’nde temel problematik olarak anılan birçok konuya ve ‘şiir dili’ne dair müthiş söylemler, önemli odaklar ve pratik çözümler sunuyor.
evvel.org‘da yayımlanan 20 yıllık İlhan Berk arşiv çalışmalarımızın ve efemeraların tamamına https://evvel.org/ilgi/ilhan-berk adresinden ulaşabilirsiniz.
İlhan Berk odağında gerçekleştirmeyi planladığımız özel yayınlarımız kısımlar halinde devam edecek…
17. Bölüm’ün yayın tarihine/saatine ilişkin bilgiler/güncellemeler/değişiklikler için lütfen sosyal medya hesaplarımızı takip ediniz. (instagram: @evvelfanzin twitter: @calmayan)
Yankı Odası‘nın 27. Bölümü’nde çakır hikâyeci Sait Faik Abasıyanık‘ı saygı ve özlemle andık, evvel.org arşivinin içerisinde gezindik. (Sait Faik arşivimize ve araştırma çalışmalarımıza https://evvel.org/ilgi/sait-faik adresinden ulaşabilirsiniz.)
27. Bölüm’ün yayın tarihine/saatine ilişkin bilgiler/güncellemeler/değişiklikler için lütfen sosyal medya hesaplarımızı takip ediniz. (instagram: @evvelfanzin twitter: @calmayan)
UPAS YAYIN MI? O DA NEDİR Kİ! (Söyleşi, EKİM 2019)
Zeynep Meriç: Upas Yayın’ı kurmaya ne zaman karar verdiniz? Bu oluşumda sizi tetikleyen en önemli olay veya olgu nedir?
Zafer Yalçınpınar: Tahakkümlerden ve ezberlerden uzak bir özgür yayıncılık projesi oluşturmayı yıllardır düşünüyordum. 15 yıldır evvel.org kapsamında çeşitli edebiyat çalışmaları gerçekleştiriyorum. Çevremdeki dostlar, özellikle şiir ve poetika kapsamında evvel.org’un çok değerli bir arşiv ihtiva ettiğini, bununla birlikte fazlasıyla kişisel olduğunu sürekli dile getiriyorlardı. Haklılardı. En başından beri evvel.org’u kişisel not defterim, edebiyat ve şiir kapsamında tutulmuş bir not defteri olarak tasarlamıştım. Tuhaftır, okuyucunun ilgisini çekti falan… Neyse… 2018 yılında, evvel.org’un sub-domain’i olarak “upas” başlığını kullanmaya ve burada özgür bir şekilde dijital kitaplar yayımlamaya karar verdim. Balzac’ın bir kitabında ‘Upas’ ismiyle ve ‘Upas Ağacı’nın hikâyesiyle karşılaşmam, çok belirleyici ve tetikleyici oldu. Şu an Türkiye’de, Upas’ın dışında, şiiri, poetikayı ve imgelemin özgürleşmesi gibi kavramları yayın politikasının orjinine yerleştiren, şiiri öncelikli gören, bu kapsamda elini taşın altına koyan sadece bir-iki yayınevi var. Çünkü şiir -özellikle de sıkı şiir- iktisadi bir varoluş sergileyemiyor, satmıyor, okuru ve takipçisi az… Anlayanı ve ilgileneni de az… Bu duruma, böylesi bir çaresizliğe ve imkânsızlığa -kendimce- bir son vermek istedim.
Zeynep Meriç: Upas’ın poetikaya öncelik veren özgür bir yayın girişimi olduğunu belirtiyorsunuz. Peki, Upas’ta sadece şiir mi yer alıyor, diğer edebi türlere yer veriyor musunuz? Okurların arzuları mı size ışık tutuyor?
Zafer Yalçınpınar: Upas Yayın’da yer alan eserlerin özünü şiir ve poetika oluşturuyor. Bizim mihenk taşımız da turnusol kâğıdımız da şiirdir. Şibolet gibi… -Araştırın bakalım ‘Şibolet’ ne demekmiş- Sonuçta, öyküler, roman parçaları, roman karakterleri, polisiye, mizah, popüler kültür falan bizim dışımızda. Bizim önceliğimiz şiir… Sıkı şiir… Deneysellik, avangard, dada, gerçeküstü, letterizm, görsel şiir gibi kavramları kapsam-içi görüyoruz. Bu konuda azıcık katıyız. Sıkı şiiri ve imgelemin özgürleşmesini dert edindik. Yaşamdaki şiirselliğin arttırılması, şiir birikiminin arttırılması, şiir dilinin geliştirilmesi, sezgisel ve bilişsel bir auranın yaratılması, şiirin dilimizdeki sürdürülebilirliği, şiirsel yükün ihtiva ettiği kalp, vicdan ve hakikat duygusu bize yol gösteriyor. Tabiî ki okurumuzu da önemsiyoruz: Sıkı, olgun, güçlü ve geleceği belirleyen bir şiir dilini ve poetikayı okura sunarak, böyle yaparak okurlarımızı önemsiyoruz.
Zeynep Meriç: Upas’ın varoluşunda İlhan Berk ve Ece Ayhan’ın önemi nedir? Bu doğrultuda şiirsel çizginizden ödün verdiniz mi hiç? ‘Dilin imkânlarının genişletilmesi’ gerekliliğinden mi yanasınız sürekli?
Zafer Yalçınpınar: Şiirsel çizgimizden ve şiirsel maksadımızdan ödün vermeyiz. İlhan Berk ve Ece Ayhan da taviz vermemiştir. Sıkı şairlerin en büyük özelliği budur. Tarihsel varoluş, yazgı veya lanetimiz böyledir maalesef… Ece Ayhan ve İlhan Berk’in önemi, Dünya’daki 1950 şiir hareketinden yola çıkarak 2020’lere uzanmayı başaran dilsel uzgörü çizgilerini Türkçe’de oluşturabilmelerinde gizlidir. Felsefi bir boyut, yaşama alan derinliği katan dilsel bir sınırsızlık… Türkçe’deki şiir dilinin günümüze uzanan en başarılı motiflerini bu iki şairin zihnindeki bilişsel harita belirlemiştir. Dikkat ederseniz ‘İkinci Yeni’ akımı demiyorum. 1950 şiir hareketi diyorum. Ve bu durumu derinlemesine araştırmayı sizlere bırakıyorum.
Zeynep Meriç: Basılı nüshalarınızın olmadığını söylemiştiniz. Peki, ilerleyen süreçte bu mümkün mü? Basılı nüshaya geçiş için Upas’ta büyük değişiklikler olabilir mi?
Zafer Yalçınpınar: Olabilir. Fakat şu an böyle iyiyiz. Gidebildiğimiz yere kadar gideceğiz. Ne kendimizi ne de şiir okurunu ekonomik bir külfet altına sokmak istemiyoruz. Şiiri neo-liberal sisteme sokmak istemiyoruz. Dijital yayıncılığın, yeni nesil yayıncılığın güzelliği de budur zaten… Şiire neo-liberal girişimci bir tavır yüklemek isteyen muhteris tipolojiden de yıllardır -açıkça söylüyorum- nefret ediyoruz.
Zeynep Meriç: Okurlarınız yayınlarınıza nasıl ulaşabilir? Sitedeki etkinlikleri nasıl takip edebilir?
Zafer Yalçınpınar: Cevap sorunuzda bulunuyor zaten… Cep telefonunuzdan, tabletinizden veya bilgisayarınızdan upas.evvel.org adresini ziyaret etmeniz yeterli… Tek tıklamayla kitaplarımızı, tüm paylaşımlarımızı ücretsiz olarak indirip pdf biçeminde okuyabiliyorsunuz, arşivleyebiliyorsunuz. Sosyal medyada da çok aktifiz. Duyurularımız da etkinliklerimiz de… Kısacası, her şey bir tık uzağınızda… Daha ne olsun. Büyük hizmet!
Zeynep Meriç: Bilginin bu denli karmaşık ve kirli olduğu dönemde basılı yayının azalmasını ve dijital yayınların çoğalmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bu durum yayımlanan eserlerin değerini arttırıyor mu, azaltıyor mu?
Zafer Yalçınpınar: Vallahi, bizim yayınladığımız eserler Mars gezegeninin dilinde yazılmıyor. Türkçe yazıyoruz… (Gülüyor) Aynı harfler, aynı dil… Kâğıdın üzerinde veya kitabın içinde olsun ya da ekranda dijital kitap biçeminde olsun son derece özenli ve titiz çalışıyoruz. Şiir dili, redaksiyon, mizanpaj ve diğer tasarımsal öğeler konusunda basılı yayınların çoğundan özenliyiz. Belki, koleksiyonerler için bazı basılı deneylerimiz de olacak gelecekte… Bakacağız.
Zeynep Meriç: Upas’ı bundan sonra nerede göreceğiz?
Zafer Yalçınpınar: Upas Yayın’ın poetikası bir fısıltı gibi yayılır. Hiç ummadığınız bir anda bizim yayınlarımızla veya bizatihi bizimle karşılaşabilirsiniz. Fakat şunu söyleyebilirim; kitap fuarlarında, mikrofon arkalarında ya da ışıltılı podyumlarda birer dünya güzeli veya doksozof gibi kırıtmayacağımız kesin!
Zeynep Meriç: Devam eden veya başlayacağınız yeni bir proje var mı? Son olarak neler söyleyeceksiniz?
Zafer Yalçınpınar: Birçok gayretimiz var. Şiir aurasına, şiirsel alan derinliğine görsel ve işitsel eklemler sağlamak istiyoruz yakın gelecekte… Sıkı şiiri desteklemeye ve şiire öncelik vermeye devam edeceğiz. Son olarak, ne diyeyim, gözünüz, kulağınız upas.evvel.org’da olsun. Ve tabiî ki bu çevik söyleşi için de sana çok teşekkür ederim.
Zeynep Meriç:Ben teşekkür ederim… Samimi yanıtlarınız için asıl….
Yankı Odası’nın 34. bölümünde 1980-2000 yılları arasında yayımlanan bazı edebiyat dergilerini ve dönemin dergicilik yaklaşımlarını -jenerik olarak- inceledik…
35. Bölüm’ün yayın tarihine/saatine ilişkin bilgiler/güncellemeler/değişiklikler için lütfen sosyal medya hesaplarımızı takip ediniz. (instagram: @evvelfanzin twitter: @calmayan)
15 dakikalık bu video kaydında Ece Ayhan’ın poetikası hakkında “doğru kabul edilen yanlışları” düzelterek, yani bu kez “edebiyat tarihini düzünden okuyarak!” 20 yıllık analizlerim sonucunda elde ettiğim çıkarımlarımı anlatmaya çalıştım. Örneğin, Ece Ayhan’ın hangi söylemlerle, kimler tarafından “nasıl ve neden” yanlış tanıtıldığını veya itibarsızlaştırıldığını ya da tersine nasıl yüceltildiğini dile getirdim. Ece Ayhan yaşıyor olsaydı bu video için -yarı şakayla da olsa- “Yeni sesler, çatlak!” yorumunda bulunurdu belki de… Her neyse… Ece Ayhan’ın poetikasındaki gerçekleri merak edenler için, iyi avlar (good hunting!) dilerim.
Ece Ayhan’ın vefatından kısa bir süre (birkaç yıl) önce Öküz Dergisi’nde yayımlanan son günce metinleri Ece Ayhan’ın kitaplarında yer almıyor ve fazla bilinmiyor… Ece Ayhan yaşamı ile poetikasına ilgi duyan okurlarımızla (ve edebiyat tarihçileriyle) işbu “çevik ve etkili” metinleri -20 küsur yıl sonra tekrarlayıp, vurgulayıp- paylaşmaktan mutluluk duyuyoruz. (Zy)
(Günceleri okumak için üzerlerine tıklayınız..)
Öküz Dergisi Arşivi’nden… Ece Ayhan’la gerçekleştirilmiş bir röportaj! (Okumak için resimlerin üzerine tıklayınız..)
evvel.org kapsamındaki 20 küsur yıllık Ece Ayhan arşiv çalışmalarımıza (ve çalışmalarımızın detaylı indeksine) https://evvel.org/eceayhanindeksi.pdf adresinden ulaşabilirsiniz. Ece Ayhan için hazırladığımız web sitesi ise burada…
32. Bölüm’ün yayın tarihine/saatine ilişkin bilgiler/güncellemeler/değişiklikler için lütfen sosyal medya hesaplarımızı takip ediniz. (instagram: @evvelfanzin twitter: @calmayan)
Erdoğan Alkan, “Ece Ayhan ve Şiiri” Varlık Dergisi, Eylül 2002, Sayı: 1140, s. 46-47
Erdoğan Alkan, “Ece Ayhan ve Şiiri” Varlık Dergisi, Eylül 2002, Sayı: 1140, s. 47-48 (İşbu yazının “Yeniden Birlikte” başlıklı bölümünde Ece Ayhan’ın Denizli’de yaşanan olaylara ilişkin açıklamaları/son sözü bulunuyor.) (Görselleri büyüterek okumak/incelemek için üzerlerine tıklayınız.)
Evrak-1Evrak-2Evrak-3
Yukarıda, 1966’da Ece Ayhan’ın Tahir Galip Harmancı‘yla birlikte kaymakamlık görevinden uzaklaştırılışına ve Denizli’de yaşanan ilk olaya (vukuata) dair resmi evraklar (Evrak 1,2,3) görünüyor. Bu ilk olay gerçekleştiğinde Tahir Galip Harmancı Denizli’nin Çameli ilçesinde, Ece Ayhan ise Çardak ilçesinde kaymakamdır. Harmancı’nın uzaklaştırılışındaki gerekçe açıklaması (Evrak-1) çok önemlidir çünkü Denizli’de yaşanan bu ilk olayda iki kaymakamın birlikte hareket ettiği düşünülmektedir. Ece Ayhan’ın hüküm giydiği ırza tasaddı olayının ise bu ilk olayın ardından ikinci vukuat olarak geliştiği düşünülmektedir. (Zy)(Evrakları büyüterek okumak için üzerlerine tıklayınız.)
İkinci Olaya Dair Ece Ayhan için Açıklanan Gerekçeli Karar ve Ece Ayhan’ın Hükümlülüğü, 28 Ocak 1968 (Görseli büyüterek okumak/incelemek için üzerlerine tıklayınız.)
İÇİŞLERİ BAKANLIĞINDAN; Çardak Kaymakamı iken, 2/9 1966 tarihinde Bakanlık emriyle alınıp, 6435 sayılı Kanunun 1. Maddesi uyarınca, 5/3 1967 tarihinden itibaren emekliye sevkedilen ve daha sonra açmış olduğu dâvâ sonunda emeklilik işlemi iptal edilen Ece Ayhan Çağlar’ın, Bakanlık emirinde geçen 6 aylık sürenin bitimi olan 1/4/1967 tarihinden itibaren 6435 sayılı Kanunun 1. Maddesinin 3. Bendi gereğince emekliye sevkedildiği, adresi meçhul olduğundan ilanen tebliğ olunur. (Milliyet Gazetesi-İlan)
“Ece Ayhan 1962 yılında Sivas’ın Gürün ilçesinde kaymakamlık görevine başladı. Aynı yıl Deniz Hafize Hanım’la evlendi. Gürün’de kaymakamlık yaptığı sırada, genç bir çocukla ilişkisi olduğu iddia edildi. 1963’te Çorum’un Alaca ilçesi kaymakamlığına atandı. Aynı yerde Belediye Başkanlığı da yapan Ayhan hakkındaki tecavüz söylentileri giderek yoğunlaşınca, buradan da ayrıldı ve Denizli’nin Çardak ilçesi kaymakamlığına tayin edildi. Çardak’ta kısa bir süre görev yapan Ece Ayhan, 1966’da kaymakamlıktan ve devlet memurluğundan ayrıldı. Bu ayrılmanın Ece Ayhan’ın kendi isteğinden mi yoksa bir türlü peşini bırakmayan ‘genç çocuğa tecavüz’ iddiaları nedeniyle İçişleri Bakanlığı’nın Ayhan’a ‘işten el çektirme’ cezası uygulamasından mı kaynaklandığı hiç açıklanmadı. Ece Ayhan’ın eşcinselliğini öne sürenler, bakanlıktaki kişisel dosyasında herhangi bir istifa dilekçesi bulunmadığını, Ece Ayhan’ın Gürün’de karıştığı iddia edilen ‘tecavüz suçlaması’ nedeniyle devlet memurluğundan kovulduğunu söylediler. (…)” Lemi Özgen, K Dergisi, Sayı:100, 29 Ağustos 2008, s.5
Abdurrahim Sercan, “Şair Ece Ayhan’dan Bugüne Tarikatlar” Üvercinka Dergisi, Sayı: 20, Haziran 2016, s.18
Cezaevinde Ece Ayhan tarafından İlhan Berk’e yazılmış iki mektup… (1969) Ece Ayhan, “Hoşça Kal -İlhan Berk’e Mektuplar”, 3. Baskı 2019, ss.7-8 (Mektupları büyüterek okumak/incelemek için üzerlerine tıklayınız.)
Şiir çok güçlü bir şey aslında! Bir fotoğraflı değini de tarihî Agora Meyhanesi’nden gelsin; Meyhane adabını yansıtmak amacıyla duvarda yer alan “Şiir konuşulur, şiir okunmaz.” tabelası bize -sanki- şunu söylemeye çalışıyor: “Ayağa kalkıp yüksek sesle şiir okumayınız, şiir aracılığıyla meyhanede aşırılık yapmayınız.” Tabelada yazılı -ve tuhaf bir şekilde doğal olan- anlatım bozukluğunun (yani, doğru anlama ulaşma zorluğunun) kendisi bile ‘şiirsel’… Böylesine güçlü ve yaşamsal bir şey aslında şiir! (Tabiî ki anlayan, arif olan için!) Misal; hiç düşünüldü mü; ‘Ludwig Wittgenstein, ünlü eseri Tractatus’ta “Felsefe, şiir diliyle yazılmalıydı.” derken hangi formülü, neyi işaret ediyordu?’ diye…
Aralık 2022’de 27 yaşında vefat eden sıkı dost -ve genç yayıncı- Uğur Yanıkel‘le birlikte Uğur’un pasaj69.org adresinde kurduğu özgür yayıncılık platformu kapsamında bütünlenmiş e-kitapçıklar olarak İlhan Berk arşiv çalışmaları yayımlıyorduk.
Bu verimli gayretler süresince birçok vukuat geldi başımıza! Uğur’la birlikte İlhan Berk’in kitaplarına girmemiş dergi yazılarını ve diğer içerikleri toparlarken, yayıncılık adına çok tuhaf tavırlara/operasyonlara maruz kaldık. Ve fakat, bu maruziyetin en ince, en derin detaylarını açıklamak başka bir zamanın/hesabın konusudur. Merakla beklemenizi öneriyorum! (Önemli bir ipucu 3 Aralık 2019’da Uğur’la birlikte yazdığımız şu açık mektupta yer alıyor: “Bir Teşekkürü Çok Görmek ya da Görmezden Gelmek”)
Nihayetinde, gerçekleştirdiğimiz arşiv kazılarının içerisinde, başımıza gelen vukuatlara ve diğer her şeye rağmen “buluntu” değerini kaybetmeyen eser -Uğur’un da katkısıyla birlikte- tasarım esnasında “Yarı Saklı Günlükler” adını verdiğimiz ‘Mısırkalyoniğne ve Yugoslavya Günlükleri‘dir. Bu günlükler İlhan Berk’in yayımlanan kitaplarında yer almıyor ve İlhan Berk’in kurguladığı şiirsel alan derinliğinin sınırlarını sezdirerek -özellikle ‘Mısırkalyoniğne’ için- ‘doğru yan okumalar’ sağlamak adına önemli işaretler taşıyor. Çünkü İlhan Berk birçok söyleşisinde ve poetika metninde, şiirinden “anlamı tam silmek” gayretinin Mısırkalyoniğne adlı eseri kapsamında zirve noktasına ulaştığını, bu gayrette en başarılı eserinin de Mısırkalyoniğne olduğunu ifade eder. ‘Mısırkalyoniğne Günlüğü’nün İlhan Berk okurunun zihnindeki ‘şiir’, ‘imge’ ve ‘anlam’ kavrayışında yeni bütünler ve yeni yaklaşımlar oluşturacağını düşünüyorum.